11 Aralık 2015 Cuma

Venedik-Burano



  İtalya bizim için hep bonus ülke olmuştur. Direkt İtalya'ya uçuşumuz olmadı daha, onun yerine yakın ülkelerden geçiş yapıyoruz :) Mesela İsviçre'ye gitmişken Como, Fransa'ya gitmişken Portofino gibi :) Bu yaz da Slovenya planları yaparken Venedik yakın olunca ziyaret kaçınılmaz oldu.

  Tabi başrol Slovenya idi tatilimizde. Ancak Venedik'i rotaya sokmak da keyifli oldu özellikle Burano adası.


  Venedik ile ilgili araştırma yaparken yeteri kadar kafamda canlandıramadım şehri. Stockholm, Brugge, Amsterdam gibi bol ''su''lu şehirlerde bulunmama rağmen Venedik ile ilgili strese girdim, bahsedilen hep sıcak, dar sokaklar ve kalabalık olunca:)) Kısmen yazılanların gerçeklik payı var, acayip sıcak, akşam üstü gezmek için ideal. Dar sokaklar,bol merdiven ve kalabalık yanınızda çocuk yoksa çok da sorun değil. Ancak şehir tıpkı bir labirent. Sanki sürekli aynı yerlerde dolaşıyorsunu hissi veriyor ve burada adres tarifi oldukça zor:)

  Gelelim gezimizin detaylarına. Sabah saatlerinde Venedik Marco Polo havalimanına indik. Otelimizi Venedik merkezde ayırttık,tek gece kalacağımız için merkezi olması önemliydi.  Havaalanından ana durak olan Piazzale Roma'ya direkt otobüsler var. Venedik merkeze botlarla da ulaşım var ancak sanırım daha uzun sürüyor. Piazzale Roma'dan sonra macera sizi bekliyor çünkü her yer birbirine benziyor, kanallar, köprüler, dar sokaklar, her sokağın açıldığı avlu tarzı meydanlar... Otelimiz bize gelmeden önce ayrıntılı bir mail attı ulaşım ile ilgili, hangi vapurettoya (küçük boyda ve yavaş tekne) bineceğimizi, hangi sokaktan  gireceğimizi en ince ayrıntısına kadar yazmıştı. Ancak verilen adrese gittiğimizde bi otel binası bulamayınca bir an panikledik, ancak anladık ki bi apartman dairesiymiş bizim otel:)) Sahibesi bizi tüm sıcaklığıyla karşıladı, bir apartmanın teras katındaki bu yeri çok  sevdik. Babannesinden kalmış bu ev ve gerçekten çok hoş parçalar barındırıyordu. Teras da tam keyif yapmalıktı:)




















 

Vaktimiz kısıtlı olduğu için hemen aksiyon almak gerekiyordu.


























İlk iş Burano Ada'sına gitmek oldu. Burano'yu instagramda görmüş ve kafaya yazmıştım. Venedik'ten 40 dk uzaklıkta rengarenk evleriyle meşhur bir ada. Güzergah olarak önce Murano adası geliyor ancak fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla Burano daha çok değerdi görülmeye:)

Burano'ya vardığımızda gerçekten bir renk cümbüşü içine düştük. Rengarenk evlerin kattığı canlılık ve  enerji gerçekten görülmeye değer.


































Burano adası bir balıkçı kasabası. Ayrıca dantelleri ile de meşhur. Ancak şimdiki en büyük gelir kapısı tabi turizm.

Rengarenk evlerin de bir hikayesi var. Balıkçılar akşam eve sarhoş döndükleri için kapıları karıştırmasınlar diye kadınlar tarafından farklı renklere boyanmış. Hatta rengi unutmasınlar diye tekneleri de aynı renge boyanırmış :)) Rengi değiştirmek şu anda izne bağlı, kafanıza göre değiştiremiyorsunuz yani.



























Akşam üstü tekrar Venedik'e döndük, şimdi keşfetme sırası Venedik'teydi.

Tripadvisor'da şehri ücretsiz keşfetme turlarına (free walking tour) rastlamış ve rezervasyon yaptırmıştım. Akşam üstü 5 'te grup toplandı, rehberimiz bizi gezdirmeye başladı. Bu tur Venedik'i gezip bitirip tarihi ve günlük yaşantılar ile ilgili bilgi almak isteyenler için ideal. Ayrıca ara sokaklarda sizin tek başınıza keşfedemeyeceğiniz yerleri görmenizi sağlıyor. Tur tamamen ücretsiz, rehbere tur sonunda bahşiş veriyorsunuz sadece. Rehber de lisans veya yüksek lisans öğrencisi oluyor genelde, başka bir ülkeden İtalya'ya gelip belli bir alanda çalışma yapan genç bir arkadaş:)


Mimariden tutun da sokak ve meydan isimlerinin nasıl verildiğini, maskelerin gizemi, Marco Polo veya Casanova gibi ünlü İtalyanlar ile ilgili bilinmeyen olaylar, evlerin yapılış tarzı, pencereleri, bacaları,temelleri,kanalizasyon sistemleri, su kuyuları ve neler neler... O kadar çok bilgilendirdi ki rehber bizi.

Labirent gibi bu şehirde mesela bizim biraz zor bulacağımız maske yapan bir atölye ve harika bir kitapçıya götürdüler. Turu yarıda bırakmasak kim bilir daha neler keşfedecektik?


Bu kitapçı harika bir yer. Libreria Aqua Alta yani yüüksek su kitapçısı. İçeride kocaman bir gondal var mesela veya kitaptan merdiven basamakları :) Geçen listelist'te görünce çok sevindim, farklı görsellere bakabilirsiniz oradan,






 Ancak akşam almak üzereydi ve biz daha Venedik'te görülmesi gereken San Marco meydanına gitmemiştik daha. Turu özür dileyerek yarıda bıraktık. Benden tavsiye önce şehri bi turlayın ilk gün, diğer gün de bu tura katılın.

Gerçekten Venedik' in hikayesi etkileyici. Doğudan gelen ticaret yollarının üzerinde olduğu için aldığı vergiler ve denizlerdeki hakimiyeti dönemin en güçlüsü yapmış. 15. yüzyılda altın çağını yaşamış. Haçlı seferlerini desteklemesiyle inanılmaz bir ganimet zenginliğine kavuşmuş, güçlendikçe güçlenmiş bir ara Bizanslılar'dan İstanbul'u bile almış. Daha sonrasında bizim şanlı Osmanlı donanmamızın Akdeniz'deki üstünlüğü sebebiyle Venedik güçten düşmeye başlamış :)

Zamanında halk acayip zengin ve bu zenginliklerini nasıl gösterecek? Otomobil yok ki şöyle havasını atsın, onlar da başlamışlar gondollarını süslemeye. Tabi hepsinin gondolu ve gondolu kullanan şöförleri pardon kaptanları var:) Gondollar almış başını gitmiş tabi şatafattan, belli bir standart getirmek şart olmuş, tüm gondollar siyaha boyanmış. Tabi zengin abi ablalar durmamış yine, altın varaklarla süslemişler.

Başka bir rivayete göre halkın yarısının veba salgını nedeniyle hayatını kaybetmesi ve ölenlerin yasını tutmak için o rengarenk gondolların siyaha boyandığı söyleniyor.



















Venedik' in maskeleri meşhur ayrıca. Türlü söylemler var maske ile ilgili. Veba salgınında yüzlerindeki yaraları saklamak için kullanmışlar. Doktorların salgın sırasında korunmak için taktıkları maske var ki gerçekten korkunç :)
Zengin kumarbazlar durumlar kötüye gittiği dönemde kumarhaneye girip çıkarken görülmemek için takarlarmış. Her sene düzenlenen bayramlaşma,kutlama gibi törenlerde zengin fakir ayrımının ortadan kalkması için de maske takıldığı söyleniyor. Hatta hayat kadınlarının yerel halk tarafından tanınmamak için taktıkları da söyleniyor.

Hangi sebeple olsun maskelerin yaygınlaşması elbette biz turistler için çok iyi olmuş :)  Ara sokaklarda maske yapan dükkanlara rastlarsınız, dışarıdan izleyin amcanın maske yapan ellerini. Hatıra olarak almak isterseniz de mutlaka el yapımı olanları tercih edin. Malum Çin malı maske burada piyasaya düşmüş :)

Her sene Şubat ayı sonunda maske festivali var Venedik'te, not alın bence:)











Akşam üstü yemeğimizi Bigoi'de yedik. Burası kutuda makarnalarıyla ünlü bir yer. Kendi yaptıkları makarnaları çok uygun fiyata satıyorlar. İçerisi minnacık bir yer olduğu için al-çık-bulduğun bi merdivene otur-ye yapıyorsunuz. Tripadvisor'da 1 numaraydı, ben de oradan buldum, benden söylemesi. Konum olarak San Marco meydanı civarlarında. Tamamen tesadüf eseri bulduk, ellerinde makarna ile gezen insanları görünce kokuyu takip ettik, ciddiyim.



Artık akşam olmak üzereydi, gondol sefası yapacak vakit yoktu, San marco meydanı turlanmalı ve deniz kenarında bi kafede dinlenme zamanıydı :) Zaten saat 19 olduğu için gondollar gece tarifesine geçmişlerdi, 100 euroydu, kalsındı :)








 




































San Marco meydanına ulaşıyoruz. Napolyon bu meydan için dünyanın salonu demiş. Bir şehir düşünün arazi yok,daracık sokaklar kanallar. Ve şehrin görkemli meydanı. Kendinizi bambaşka bir yerde buluyorsunuz. Sanki bir dans pistindesiniz.

Meydan, cafeler ve restoranlar ile çevrili. Güvercinler, turistler, cafelerden gelen klasik müzik sesleri. İnsan içinde bulunduğu anın kıymetini bilemiyor ancak şu an yazarken ne kadar da orada olmak istedim!

San marco bazilikası da bu meydanda. Ayrıca Ahlar köprüsü, Rialto köprüsü, çan kulesi de bu civarda görülecek yerler.












Ahlar köprüsü. Mahkumlar yargılanmak için bu köprüden geçerken minik pencerelerden dışarıya bakarlarmış.










Akşam oldu...Manzaraya karşı bi kahveyi çoktan hakettik.








Ve yeni günün sabahında terasta kahvaltımızı yapıp en güzel seyahatlerimizden birini gerçekleştirmek üzere Slovenya'ya yola çıkıyoruz. Takipte kalın:)






6 Mart 2015 Cuma

Kuzey Işıklarının peşinden Tromso'ya



     Ve gezimizin ikinci bölümü Tromso ve Aurora Borelais yani meşhur kuzey ışıkları:)


Pazar sabahı Bergen havaalanına vardık, elimizde telefon sürekli gözümüz hava durumunda. Zaten günlerdir sadece buna odaklanmış durumdayız Pazar akşam hava nasıl olacak?  Çünkü bu akşam kuzey ışıklarını görmeye çıkıcaz. Ve havanın açık, yıldızların pırıl pırıl gözükmesi lazım. Turdaki yerimizi günler önceden satın almışız zaten. Bi baktım dıt mail geldi. (Atlamadan geçemeyeceğim, internetten kopmadan gezdiğim tek seyahat oldu, adamların her yerinde mi internet bağlantısı olur ya? Tüm caddelerde, trende, otobüslerde, müzelerde her yerde ücretsiz internet. Bi uçakta yoktu, o kadar yani)  Bi baktım tur şirketi: Bu akşam ışık turuna çıkamayacağız, bölgede hatta Finlandiya ve İsveç'te gidebileceğimiz tüm bölgede hava oldukça kapalı. Hiç bir şekilde rüzgar yok. Meteoroloji mühendislerimizle de görüşüyoruz, onlardan da teyit aldık, bu hava şartlarında ışıkların gözükmesi imkansız. Yarın (pazartesi) daha da kötü olacak, Salı günü için bişi diyemeyiz daha da iyi olabilir daha da kötü. İsterseniz paranızı iade edelim isterseniz Salı akşamına alalım rezervasyonunuzu. Zaten Çarşamba günü Tromso'dan ayrılıyoruz. Çarşamba akşamı için bi baktık hava durumuna, nasıl açık gökyüzü, nasıl yıldızlı, nasıl bulutsuz nasıl berrak!! Haydaaaaa! Bir moral bozukluğu bir heves kırılması anlatamam. Yapacak bişi yok, ya nasip ya kısmet dedik görmüş olduğunuz şu minnak ile Tromso için havalandık. Görünce biraz tırsmadım değil :)



 



Manzaramız şahaneydi önce fiyortlar kuzeye gittikçe donmuş göller çok etkileyiciydi.
 










 


 
 
 
 
 
1,5 saatlik yolculukla öğle saatlerinde Tromso'ya vardık ve işte buradaydım. Başta bi sersemlik hissi, ben neredeyim diye sormalar, haritadan konuma bakmalar. Evet dünyanın bi ucuna gitmedim Alaska'da veya Avustralya'da filan değilim ama Kuzey kutup dairesinin hemen altındaydım.
 
 
Tromso'ye varıp otelimize yerleşip lobide biraz oturup bi plan yapalım dedik, bi durum değerlendirmesi:) Malum akşam çıkamayacaktık tura. Tam o esnada bir çift geldi yanımıza merhaba nasılsınız filan muhabbete girmeler. Anlamadık baştan, kadın dedi aaa siz geceki turda değil miydiniz?? Yoo dedik biz şimdi geldik Tromso'ye. Ayyy dedi bu gece nasıl bir şov yaptı ışıklar nasıl dans etti, hava nasıl pırıl pırıldı. Neyse kes sesini diyemedik tabi kuzu kuzu dinledik iç geçirerek. Dedik biz ballıyızdır ama bu kez tutmadı, keşke şuraya bi gün önceden gelip bir gün de sonra dönseymişiz evimize. Neyse yine nasip kısmet diyip çıktık dışarı.
 
 
Şimdi en çok sorulan soru, Kuzey ışıkları turu. Şimdi arkadaşım, bu ışıkları öyle ben bi dışarı çıkayım göreyim diyemiyorsun. Başta Light pollution dedikleri (bol bol duyoyorsunuz da bu lafı) ışık kirliliği olmayacak. Yani yakınlarınızda yerleşim birimi filan olmayacak. Hava bulutlu olmayacak. Bunların gittikleri yerler var, belirledikleri veya en iyi manzaranın çıktığı yerler. Hava durumu nerede müsaitse oraya götürüyorlar sizi. Yani bilmediğiniz bi coğrafyada gecenin karanlığında -15 derecelerde araba kiralayayım da gece düşeyim yollara ışığın peşinde demeyin hiç. Bi turdan satın alın rahatınıza bakın. Ayrıntılar az sonra ama şunu söyleyebilirim biz bu tur için Chasing Lights  isimli firmayı seçtik. Tripadvisor'da 1. sıradaydı, düşünmeden buradan satın aldık tatil planı yaparken. Çok çok memnun kaldık ilgiden alakadan.
 
 
Neyse efendim, çıktık dışarı geziyoruz böyle hindi gibi düşüne düşüne. Bi turizm danışmaya gidelim dedik. Etkinlik çok Tromso'de. Dog sledding denilen köpeklerin çektiği kızaklı tur, Geyiklerle tur, fiyortlarda gezinti, balina izleme filan... Bir sonraki gün (pazartesi) için yer bulamadık, Salı günü için geyiklerle gezinti turu satın aldık. Tavsiyem gelmeden önce satın alın gününüz kısıtlı ise, ha biz 10 gün kalıcaz diyorsanız sorun yok. Turizm danışmadan online olarak lyngsfjord isimli şirketten satın aldık.Bunun da ayrıntıları azz sonra :)
 
 
Planlama işlerimizi bitirdik ama içimiz rahat değil. Burda bulunduğumuz her günü değerlendirmek istiyoruz, aslında kuzey ışıklarını bu gece görmek istiyoruz, baktık orda bi tur şirketi var northern shots mıydı neydi, girdik içeri sorduk, tabi bişi diyemiyor, hava bu belli olmaz, bu gece çok bulutlu diyor Yok biz bunu duymak istemiyoruz, dese evet biraz ümit var boynuna atlayacağız. Kız mırın kırın etti, baktı biz (daha doğrusu eşim) tutturduk hava açabilir mi görebilir miyiz diye, şans dedi. İyi maden şansımızı deneyelim dedik ordan da bi tur satın aldık o akşam için. Bi yandan da realist tarafım diyor yav hava ağır bulutlu, zaten önceden aldık başka bi şirketten dünya para ödedik, bu da neyin nesi. Eşim dedi geldik buraya bi kere boşver gezer geliriz göremesek de. İyi dedim artık ne diyeyim :)) Bana da cazip geldi gezip gelmek gece yarısı:))
 
 
Akşam 6 gibi çıkarız dedi adamlar. O saate kadar biraz gezelim dedik. Zaten hava 14.30 gibi kararıyor. Biz tatil planı yaparken feci idi. 11.30 'da güneş doğup 12.20 gibi batıyordu. Zaten polar night diyorlar Kasım-Ocak arası hiç göremiyorlar güneşi, güneşin doğuş ve batış saati var da güneş yok piyasada:)  Ocak ayı sonunda güneşi karşılama festivali filan varmış. Zaten gündüz dedikleri zaman diliminde de hava alacakaranlık oluyor. Midnight sun denilen hadise daha feci bence. O zaman da hava kararmıyor. İntihar vakaları en çok o zaman görülüyormuş. (ay zaten adamların ülkesinde yılda 1-2 cinayet vakası görülüyormuş, orda bile bak saygılı adamlar, bunalıma girip başkasının canına kast etmiyorlar, dertleri kendileriyle) Kışın daha bunalım olur diye düşünmüştük, yok kışın dinleniyoruz diyor orda konuştuğumuz bi Norveçli. Yazın daha kötü oluyor, bünye uykuyu reddediyor hava kararmadığı için diyor. Sonra hak verdik, İsveç'e gittiğimizde Beyaz geceler (midnight sun) dönemiydi. Ceren'i uyutmak için jaluziyi kapatıp üstüne kalın kalın perdeleri çekiyorduk, pencerenin kenarından sızan ışık yüzünden bile zorlanıyorduk. Bizim için süperdi, enerji hiç bitmiyordu sokaklarda gez gez akşam olmuyordu:)
 
 
 
Hava tabi soğuktu Tromso'de ancak sanıldığı kadar -10, -20 derece filan değildi.  -2, -3'lerde idi. Kar yoktu biz orda olduğumuz süre zarfında. Çok önceden yağmış belli, kaldırımlarda taşlaşmış artık buzlar. Gulf stream ve de deniz kıyısında olduğu için hava kutup soğukluğunda olmuyormuş. Yıllık ortalama 2 dereceymiş. Ya tabi biz termal içlikler, 3 kat kıyafetle dolaştık. O kadar da toz pembe değil, soğuk havada gezmeyi sevmeyenler uzak dursun. Hatta maceracı ruhlu ben bile bi ara off şimdi eve ışınlansam, sıcacık yatağımda yatıyor olsam dedim. Evet dedim! Pişmanım. Napayım adamların iç ortamları bile serin. Otel odaları filan 23 dereceyi geçmiyor. Ya abicim yak şöyle 27-28 dereceye getir milletin iliği kemiği ısınsın.  Uçak soğuk, tren soğuk. Montumu hiç bi yerde çıkarmadım, otel odasında bile!  Valla dönüşte THY'ye binince ısındık.
 
 
 






Neyse çok konuştum, akşam oldu çıktık işte şu tura. Kocaman 44 kişilik otobüs. Biz 4 kişi koca otobüste. Bi de İtalyan rehber koymuşlar başımıza. Çıkardılar bizi şehir dışına 1-2 saat gittik. yok hava her yerde kapalı.








Git git başka bi yere götürdüler, indik Finlandiya sınırıymış. Eşim dedi dur foto çekelim tabelayı, inanın soğuktan üşendim. Hayatımda böyle soğuk görmedim. Zaten gösterdiler, bitki örtüsü filan değişti. Her yer zifiri karanlık, her yerde balık kokusu (balık kurutma çok meşhur), soğuk. Eşim telefonunun ışığını tutup zar zor bi selfie çekebildim bu gecenin anısına:)



 
 
 
 
 Tüm akşam bulutlar dağılmadı tabii ki, göremeden geldik ışıkları, şaşırdık mı hayır üzüldük mü hayır. Gittik geldik gece 1 oldu. O coğraftadaki masal evleri görmek yanımıza kar kaldı. Hayatımda böyle müthiş evler görmedim, her biri tek başına, her biri doğa içinde. Masalın içinde hissettim kendimi.
 
 
Tromso'deki ilk günümüzü böylelikle bitirdik.
 
 

 Pazartesi günümüzü Tromso şehir merkezini gezmeye ayırdık. Tabi bir yandan da gözümüz hava durumunda. Saat saat hava durumuna bakıyoruz, Pazartesi tüm gün aşırı bulutlu. Eh işte Salı gece yarısı gidiyor gibi. Acaba uçak biletini bir gün daha ertelesek mi diye düşünüyoruz, THY de sorun yok ama aktarmalar baya pahalıya geliyor, neyse seneye başka yere gideriz kuzey ışıkları için artık diyoruz.


odamızdan manzaramız

 
 
 
Zaten bi tane caddesi var Stortorget diye bi ana cadde. Normalde bu kadar tenha değil ama:) Burayı ben terk edilmiş bi yer olarak bekliyordum ama 70bin nüfusu varmış. Ayrıca Tromso üniversitesi de ünlü baya, en kuzeydeki üniversite olarak.
 
 
 
 
 
 
 









 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

Biraz gezdikten sonra kutup müzesine gittik.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Fram isimli gemiyle kutup bölgesine keşfe çıkmışlar. Norveç'in kahramanı Roald Amundsen. Adamın keşif sırasında yaşadıkları inanılmaz. Ne badireler atlatmış adam.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Daha sonra şehri tepeden izleyelim diyoruz otobüsle şehrin karşı tarafına geçiyoruz. Tromso iki ayrı ada üstünde kurulu. Otobüs durağından inip teleferiğe kadar yürürken gördüğümüz evler yine canımızı sıkıyor.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Teleferikle yukarı çıkıyoruz. Orada bir Türk çiftle karşılaşıyoruz. Daha önce Finlandiya'da kuzey ışıklarını izlemişler. Geldiniz bi kere görmeden gitmeyin, ne kadar ekstra masraf olursa olsun ayarlayın biletleri bir gün daha uzatın dediler. Dedik artık Salı günü çıkalım tura baktık göremedik hemen gece yarısı biletleri değiştiririz. Bir yandan da dua ediyoruz görelim şu ışıkları diye.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Fotoğraf çekip içerde bir kahve ile ısınalım diyoruz. Tepede soğuk öyle böyle değil, fotoğraf çekerken eliniz donuyor, resmen hissetmedim elimi bir süre)  Kahve alırken kasada Demet Akalın'ın şarkılarını duymuş eşim, meğer burayı işleten aile Türk'müş, hemen gittim tanıştım:)
 
 
 

 
 
 
Tekrar aşağı indiğimizde şehrin simgesi Arctic Cathedral'i görmek için biraz yürüdük. Yine bol bol ev resmi çekerek hem de:)
 
 

 
 
 
 
 
 
 
 





 
 








Arctic Cathedral, modern mimarisi ile ünlü bir yapı. Adamların gerçi dinle pek alakaları yokmuş ama :)

 
 
 
Pazartesi gününü de böylelikle bitirip Salı (son günümüz) için enerji topluyoruz.
 
 
Her sabah olduğu gibi Salı sabah da erkenden uyanıyorum. Hemen hava durumuna bakıp biraz ümitleniyorum. Bu gece 23'den sonra biraz açılmaya başlıyor gökyüzü. Gece yarısı baya açık hava. Ve az sonra mail geliyor tur şirketinden, bugün çıkıcaz tura, 17:40'da sizi otelinizden alıcaz diye. Tabi bizde bi bayram havası.
 
 
 
 
 
Bugün çok yoğunuz çok... Sabah 9'da geyik turuna (reindeer sledding)  katılmak için  buluşma noktasına gidiyoruz. Otobüste 10-15 kişiyiz, Tromso dışına çıkıyoruz.
 
 
 



Bizi Camp Tamok diye bi bölgeye getiriyorlar. Burası  köpekli kızak, geyikli kızak ve kar motorsikleti (dog sledding, snowmobile, reindeer sledding) gibi outdoor aktivitelerin yapıldığı turistik bir bölge, bir doğa harikası. 












Otobüsten inince hemen bizi bi kulübeye alıp özel kıyafetleri ve botları giydirdiler. Sonra da herkes katılacağı tura göre ayrıldı. Sanırım herkes dog sledding'e katılmış. Ren geyikleri gezintisine katılan sadece biz ikimizdik eşimle :)) VIP gibi oldu :)





Bu amca bize rehberlik etti. Kendisi Sami ırkından geliyormuş. Ve çok miktarda geyiği var ailesinin. Bize de geyiklerle ve buradaki yaşamla ilgili bilgi veriyor.





Önce snow mobile ile bizi geyiklerin bulunduğu bölgeye götürüyor.





Geyiklerle tanışmadan önce bizi çadıra buyur ediyor, sobanın başında koyu bi muhabbete giriyoruz.











Anlatıyor amca. Sami ırkından geliyormuş. eşi de Sami imiş. Geyikleri varmış yüzlerce. (baya zangin yani) Babası şu an dağda -50 derecede geyiklerin başını bekliyormuş. Yılda 2-3 kere yer değiştiriyorlarmış. Önceden bi plastik fabrikasında çok iyi paralar kazanırken işi bırakıp hayvancılığa başlamış. Sami olduğu için küçük yaşlarda çok ezilmiş, 1970-80 lerde Sami olduğunu söylemek yasakmış. Okulda herkes parmakla beni gösterir, dalga geçerlerdi diyor :( Şimdi tabi her şey çok farklıymış, çocukları Sami okuluna gidip Sami dilini öğreniyorlarmış.


Samiler yüzyıllar öncesinde çadırlarda yaşarlarmış. Yere geyik postu sererlermiş. Çadır diyip geçmeyin içinde gözle görülmeyen sınırlarla bölgelere ayrılırmış. Çadıra girilen ilk bölge pis bölge imiş. Orada kıyafetler ayakkabılar bırakılırmış. Kapının karşı tarafı, sobanın arkası mutfak imiş. Kapının sağ tarafı çocukların sol taraf ise anne-babanınmış. Bu amcanın da evinin bahçecinde Lavvu denilen bu çadır kuruluymuş. Akşamları çocukları ile oraya girer sohbet ederlermiş. Teknolojik alet sokmak kesinlikle yasak diyor.


Daha sonra dışarı çıkıp geyiklerin yanına geçiyoruz. Dişi geyikler doğumdan sonra boynuzlarını düşürürlermiş. Erkek geyiğin boynuzu daha büyük mesela daha heybetli. Çiftleşme zamanında erkek geyikler kavga halinde olurlarmış birbirleriyle, boynuzlarıyla birbirlerine girerlermiş  filan bir sürü bilgi öğreniyoruz.


 








Daha sonra bir tane geyik seçip kızağa doğru götürüyoruz.










Kızaklarımıza binip 2 km gidiyoruz.












Donmuş göllerin üstünden geçiyoruz. Biraz tırsıyoruz tabi, adam da dalga geçiyor umarım yüzme biliyorsunuzdur diye. 1.5 m buz tutmuş bişi olmazmış:)




Biraz durup doğa hakkında konuşuyoruz. Burası beni büyülüyor! Keşke burda kalsam da ben de hayvancılıkla uğraşsam diyorum. O kadar özeniyorum ki adamın hayatına. Sinir yok stres yok. Türkiye'ye gelmiş Alanya'ya, mahvolmuşlar o nasıl bi sıcak diyorlar:)



















Hayatımın en en en güzel 4 km'lik yolculuğunu tamamlıyoruz.



 
 
Geyikleri yerlerine bağlayıp snow mobile ile bizi başlangıç noktasına bırakıyor. Orada Sami çadırına alıyorlar tekrar bizi, hemen çay kahve getiriyorlar, ateşin başında ısınıyoruz.
 
 
 







Daha sonra geyik eti ikram ediyorlar bize. Yeni tatlara çok açık değilimdir, biraz zorlanıyorum yerken. Bi yandan da helaldi di mi geyik eti diye düşünüyorum:))







Ve burada güzelce dinlendikten sonra tekrar Tromso'ye yola çıkıyoruz.






Harika bir günün sadece yarısını bitirdik:) Esas güzellikler şimdi başlıyor :)




 

 
Otele varıyoruz 16:00 civarı, biraz dinlenip hemen lobiye iniyoruz. Heyecan dorukta, çıkıyoruz kuzey ışıklarını görmeye.

Tam 17:40'ta geliyorlar bizi almaya, acayip bi ilgi alaka. İsimlerimizi biz söylemeden biliyorlar, derslerine çok iyi çalışmışlar:) Bir güler yüz bir ilgi alaka anlatamam. Tur rehberi Veronica, iki yardımcı kız yola çıkıyoruz. turda toplam 8 kişiyiz: Amerika, Almanya, Brezilya ve Türkiye. O sırada international -interneyşınıl- demek istiyorum ama hiç kimse benim aksanı anlamıyor:))) 


Kızlardan biri anlatmaya başlıyor araç içindeki ekrandan. Yok hava şurada şöyle, şu saatte şöyle olacak falan filan. Yani sözün özü doğuda hava açıyormuş, doğuya doğru götürücez sizi diyorlar. Tüm bölgede adamları varmış bunların, adamlar arabayla gezip hava durumunu bildiriyorlarmış anlık. Ayrıca değişik bölgedeki otel-dükkanları arıyorlarmış ulaşamadıkları bölgede. Zaten gün içinde onlarca kez hava durumunu kontrol edip meteoroloji mühendisleriyle görüşüyorlarmış. Adamlar acayip profesyonel. Başlarda da bahsetmiştim, tur şirketinin adı Chasing lights. Online olarak satın aldık buraya gelmeden.
 
Sonra bize izlettiler kuzey ışıkları nasıl oluşur diye, size de anlatayım. Güneşten kopan parçacıklar dünyanın manyetik alanı ile kuzeye doğru itiliyor ve burada atmosferdeki gaz molekülleri ile çarpışması sonucu oluşuyor. Hidrojenle yeşil nitrojenle kırmızı-mor ışıklar oluşuyordu sanırım sallamayayım da:)

Neyse efendim 1 saat kadar gittik, bir yere vardık. Ben de araçta bekleyeceğiz sanıyorum millet indi bakınmaya, ben oturuyorum araçta. Dediler geldik oturucaz dışarda. Baktım deniz kıyısındayız. Hava -15 derece filan. Ben böyle soğuk hayatımda görmedim. Karanlığın ortasındayız zaten. Neyse giydik özel kar kıyafeti-bot filan verdiler. Sahilde hemen bi ateş yaktılar, geyik postuna oturduk.




 

 
Saat daha 19:00 olmamış. Bulutların gitmesine en iyi ihtimalle 2 saat var. Anacım ben bu kadar zorlandığımı hatırlamıyorum. Zaten üstümde 4 kat kıyafet, o tulumla bacaklarımı kıvıramıyorum, hadi kıvırdın 10 cm tabanlı botlarla bileğini hareket ettiremiyorsun. Bir yandan donuyorsun. Bi ara ayak parmaklarımı hissetmedim, botları çıkardık ısıttık filan.


Bacakları bi sağa çevir, bi sola çevir. Kalkıp dolaşsan ateşin başından 5 cm uzaklaşsam donuyorum. Aşağıdaki resimde ateşin başındaki ben, ayaktaki eşim. Yanımda refakat eden de turda çalışan kız. Sizi bir an olsun yalnız bırakmıyorlar, baktılar biraz canım sıkkın hemen noldu Ayşe neyin var, nasıl yardımcı olabiliriz diye soruyorlar. Modum düşüyor hemen muhabbet, Ceren'den tut da iş hayatı tatil planı derken biraz olsun oradaki zorlukları unutturuyorlar.



 

 
Ben bu kadar maceracı ve gözü kara bi yapıda iken (ver gaz) bu kadar zorlanacağımı tahmin etmemiştim. Mesela acıkmam, üşümem, tuvaletim gelmez, yorulmam filan. Ama bu gezi gerçekten çok zor şartlarda yapılıyor. Lütfen tüm zorlukları göze alın buraya gelirken. En önemlisi soğuk hava ve saatlerce beklemek.


Neyse bekle bekle, e işte bi sıcak çikolata içiyorsun. Kamp yemeği getirdiler sonra onları yedik vakit geçti. Millet konuştu onları dinledik derken saat 22:00 ye yaklaştıkça bulutlar gitmeye başladı ve nihayet ışıklar meydana çıktı. Demiştim, bu ışıkların gözükmesi için havanın pırıl pırıl olması gerekiyor :(
 


Kuzey ışıkları normal kamera/cep telefonu ile görüntülenemiyor. Profesyonel makine ve tripod gerekli. Özel ayarlarla yapılıyor çekim.

 






 

 
Yavaş yavaş gökyüzü dolmaya başlıyor.






Ne hissettiğimi sorarsanız tabii ki çok büyük bir heyecan ve çok büyük bir mutluluk. Belki de zafer sevinci:)) Ve bol bol şükrettim Allah'a kısmet ettiği için bize.  Böyle bi kafam almadı, ışıklar sanki canlı bişiymiş gibi, geliyorlar kendilerini gösterip gidiyorlar, sanki oyun oynuyorlar bizle.























Fotoğraftaki yüzü görebiliyor musunuz?










 

Baktık burdaki şov bitti, gönül rahatlığı ile  araca binip başka bir güzergaha doğru yola çıktık. Gece bitmedi daha, esas yeni açıyor hava.
 
 
Sonra bizi bi vadiye götürüyorlar, donmuş bir göl kenarına. Yine ateş yakılıyor. Marshmallowlar kızartılıyor. O sırada bir de sürpriz doğum günü kutlaması patlatıyoruz ateş başında:)
 
 
 










 

Evet burada da yavaş yavaş kuzey ışıkları gözükmeye başlıyor. Herkeste bir heyecan. Ve unutamayacağımız görsel bir şölen yapıyor bize. Dans ede ede tepemizden geçip gidiyor. Unutulmaz bir an. Ancak o dar soğukta ve sürekli gökyüzüne bakmaktan boynunuz ve sırtınız tutuluyor. Hatta bi ara eşimin bitse de gitsek dediğini hatırlıyorum, aklıma geldikçe gülüyorum:)  
 
 

 

 




Ve tatilimizi burada noktalayıp kafamızı tamamen boşaltmış halde, ışıkları görmenin verdiği mutlulukla evimize dönüyoruz. Her şey için şükürler olsun.